Röportaj
RÖPORTAJ: DR. YAVUZ DİZDAR
YAVUZ DİZDAR
28.11.2019 11:09

Yavuz Dizdar 1964’te İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’ndeki orta eğitimini 1982’de; İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini 1988’de tamamladı. Tıp eğitiminin ardından, o yıllarda Siirt’e bağlı olan Batman’da yaklaşık bir yıl mecburi hizmet yaptı. 1989-1992 yıllarında İstanbul Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda ilaç bilimi üzerine, 1992-1996 yıllarında Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda kanser üzerine uzmanlık eğitimini tamamladı. Bu eğitimlerinin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nde kanser biyolojisi ve immünolojisi doktoru unvanını aldı. Halen aynı enstitüde radyasyon onkolojisi uzmanı olarak çalışmaktadır. Bireysel çalışmalarının amacı bilimde yeni düşüncenin desteklenmesidir. Faaliyetlerinin bütünü “hakkaniyetli, bağımsız ve sürdürülebilir bir yaşam” başlığı altında özetlenebilir.

Yakın zamanda aslında bir söyleşi olarak kaleme alınan “Vicdan Hayat Kurtarır”ı da tanıtan Dizdar, bu kitapta kendi yaşamından kesitlerle gençlere tavsiyelerde bulunuyor.

Günümüz dünyasında masa başı çalışmanın sağlığa etkilerinden bahseder misiniz?

 Çalışma aslında bedenen de, masa başında da yapılabilen zorunlu bir faaliyettir. Çalışmak öyle ya da böyle zorunludur, çünkü ne kadar modern koşullarda yaşıyor olursak olalım çalışmak hayatta kalmanın ana gereğidir. Burada kastettiğim “para kazanılsa ya da kazanılamasa bile” bir uğraşının gerekli olduğudur, aksi takdirde insanlar içten boşalma sürecine girerler. Çoğu aktif kişi emekli olduğunda eğer uğraşacağı bir konu yoksa sağlıklı ve keyifli bir emeklilik süremez. Buna karşılık masa başında çalışmanın kendine özgü zorlukları olduğu redde - dilemez, bunun başında fiziksel aktivitenin azalması gelir. Bu elbette vücutta bazı sorunların kapısını açar, öyle ya da böyle kontrol edilebilir bir stres faaliyeti zorunludur. Bunun en basit karşılığı makul düzeyde spordur, ama şevkle çalışmak da beraberinde stres faaliyeti getirir. İşi masa başında sorun çözmek olanlar bu stres faaliyetini ister istemez karşılar, ama rutin ve aklı çalıştırmayan bir iş söz konusuysa eksik kalınacağı açıktır. Bu durum siz patron da olsanız, masa başı çalışan da olsanız değişmez, insan vücudu ve beyni çalıştıkça gelişir ve gençleşir.

Çalışanlar beslenmelerinde nelere dikkat etmeli?

 Bu iş koşullarının kendisine bağlıdır, yani çalışılan alan; güneş görüp görmediği ya da temiz hava gereksiniminin karşılanıp karşılanmadığı bağlayıcıdır. Şimdilerde iyi klimatize binalar var, ancak bu temiz hava ve güneş alındığı anlamına gelmez. Bilakis plaza benzeri yapılarda “hasta bina sendromu” diye bir şey tanımlanır, kapalı ortam insanda kapalılık stresine neden olduğundan, iyi klimatize edilse bile ihtiyacı karşılayamaz, özellikle karbonhidrat ya da şeker ağırlıklı bir yeme modeline sürükler. İş insanları bu noktada kendilerini işlerin - den ayırmak zorundadır, yani toplantı bile olsa ara verilmeli ve günlük yaşama dönülmelidir. Tercihen ortamdan çıkılmalı, fiziksel gereksinim karşılanırken, zihnen de dinlenmek olanağına kavuşulmalıdır. Oysa pratikte çoğu kişi ya yemeği sipariş eder ya da atıştırarak öğünü atlar, bu sakıncalıdır.

Sipariş edilenlerin çoğu besleyici olmazlar, iyi yemek zaman ve mekân ister, bundan bile mahrum kalınıyorsa neden çalışıyoruz?

Atıştırmalık tercih edilecek olsa bile bunlar kuru yemişten öteye geçmemelidir, kahve ya da çay bile çeşitlendirilebilir. İşi yapan iş insanıdır, ama yaptığı işin esiri olmaya başladığında durum değişir, işin esiri olmak, eğer tutku söz konusu değilse, yangından mal kaçırmak gibidir.

Bundan olumlu bir sonuç çıkmaz, nereye yetişiyoruz ki?

Kapalı ortamlarda hareketsiz çalışmanın etkilerini azaltmak için neler yapabiliriz? En azından mesela bazı görüşmeler, dene - timler icra edilerek fiziksel aktivite artırıla - bilir. İş insanı masa başında çalışan patron olsa bile kendini alanda göstermek zorundadır, aksi takdirde işlerin aksar. Çoğu müşteri ya da ortak çalışılan kimse, patronun kendisini karşısında görmeyi ister, bu da fiziksel aktivite anlamına gelir. Hala eksiklik hissediliyorsa o zaman bunu karşılamak adına küçük bir spor odasına ya da köşesine başvurulabilir.

Biraz da yeni kitabınızdan bahsetmek istiyoruz. Vicdan Hayat Kurtarır’ın konusu nedir? Bu kitap bize neler öğretiyor?

 Vicdan Hayat Kurtarır aslında Şükriye Özgül’le gerçekleştirdiğimiz bir nehir söyleşisidir ve özellikle kolay okunması için oluşturuldu. İçerik kendi deneyimimi, görüp geçirdiklerimi anlatır. Bir yerde hepimizin yaşadığı mutlulukların, düş kırıklıklarının, yaptığı doğruların ya da hataların özetidir. Günümüz sistemi özellikle konum ve maddi kazancın yüksek olması üzerine kurgulandığından, vicdanın biraz örtülmesine de neden olur. Mesela en ufak krize iş gücü çıkararak karşılık vermek, her örselenmeden hırslanarak ve kinlenerek çıkmak, bunlar hepimizin zaman zaman başvurduğu kolay çözümlerdir. Oysa bilgi maddi kazançtan farklıdır, sevgi ve saygınlık parayla satın alınamaz. Dostlukların değeri sonsuzdur. Kitap bunları irdeler, gençlere ve kendini her daim genç hissedenlere kendi yollarını çizmeleri için yaşanmış örnekler - le önerilerde bulunur. Tamamen hırssız olmak hatalıdır, ama kontrol edilemeyen hırs vicdanın kapanmasıyla sonuçlanır. Bunların örneklerini aslında hep etrafımızda görüyoruz, bedeli ise ağırdır; toplumsal çözülmeyle sonuçlanır. Ben kendi yaşayıp gördüklerimden yola çıkıyorum, önemli olan gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir. Toplum son otuz yılda değerlerinden çok fazla şey kaybetti. Bize gerek reklamlar gerekse dizilerle empoze edilen tüketim unsuru çok fazla şey var, bunlara herkesin ulaşması söz konusu olamayacağı gibi, bunun için kendini hırpalamak sürdürülebilir değil. Ama esas sorun gençlerin geleceğinde ortaya çıkıyor, sürekli eğitim halindeler, lakin beri yandan gerek mekanizasyon gerekse “hayatı ucuzlatmak” bahanesiyle, iş olanakları giderek azalıyor. Gençlerin karnı tok, sırtı pek olabilir, ama en başta ifade ettiğim gibi, önemli olan sağlığınızın, ailenizin, işinizin, yani toplumda konumunuzun olmasıdır. Vicdan Hayat Kurtarır’ın gençlere ithaf edilmesinin nedeni budur.

Yakın zamanda Bodrum’daydınız; Bodrum hakkında neler söylemek istersiniz? Deniziyle, güneşiyle, iklimiyle burası sizce sağlığımızı nasıl etkiliyor?

Bodrum bizim için her ne kadar bambaşka olanaklar ve yaşam biçimi sunar görünse de aslında hor kullanıldığı için cazibesini kısa sürede yitirecek. Çoğu okul konuşmasında soruyorum, tamam daha iyi bir yaşam için Bodrum’a gelenler olmuş, ama alış veriş yeri yine marketler. Aşırı yapılaşma, aşırı nüfus artışı bir süre sonra Bodrum’u Bodrum yapan özellikleri ortadan kaldıracak. Oysa çok uzağa gitmeyin, bir kaç kilometre uzaktaki komşu adalara bakın, onlar aynılar. Herkes mutlu, denizden adabıyla balık tutup mutlu yaşamlarını sürdürüyorlar. Anlatmak istediğim tam da bu, aslında başka bir yaşam söz konusu, biz onu yaşayacağız diye bir yere girdiğimizde, amacımızı kendi ellerimizle yok ediyoruz. Halikarnas kapandı, restoranlarda Uzak Doğu’nun çiftlilerinden getirilen kalamar, karides satılıyor. Bu durumda Bodrum aslında modaya dönüşüyor, ama nereye kadar? Kısa sürede akılcı bir imar planlaması yapılmazsa Bodrum’un İstanbul’dan farkı kalmayacak. Daha beton, trafik sıkı - şıklığından bir yere gidilemeyen, en iyi hali kış ayları olan bir yere Bodrum denebilir mi? Herkes bir arsa kapatıp bina yapmak peşinde, her koya bir otel, bu nereye kadar gider? Halikarnas eğlence yeri değildi, bir semboldü. Ben sadece otuz yıl önce Bodrum kıyısından çocukların ahtapot yakaladığını gördüm, çıplak elleriyle, sadece bakarak. Teknelerin kıyıya çekildiği zamanlar bitti, kıyılar artık marinalara dönüştü. Çiftlik çuprası yiyip, nostalji yapmakla Bodrum olunmuyor. Son mandarin bahçeleri de bittiğinde Bodrum betondan bir terkedilmiş şehre dönüşecek. İşin kötüsü, eğer kendimize çeki düzen vermezsek bunu da göreceğiz.

Son olarak, yaşam felsefeniz nedir?

Benim öyle derin bir yaşam felsefem yok, yaşam felsefesine de inanmam. Doğru bildiğiniz yolda yürürsünüz, hayat geçicidir, siz ödün vermezsiniz; fakiri fukarayı, kediyi köpeği, kuşu börtü böceği, ağacı, yeşili korursunuz, yani yaşarsınız, işte o zaman bundan felsefe çıkar.