Çömlekçi Köyünde Bir Doğa Aşığı

Bahçesindeki mandalina ağaçlarından reçel yapıyor. İlk verilen bilgiler bu olunca aklıma gelen; yaşını başını almış, ununu elemiş, eleğini asmış, biraz da bohem yaşayan biri ile karşılaşacağımdı. Selva Hanım'dan aldığımız tarifle evi elimizle koymuş gibi bulduğumuz anda aslında düşüncelerimiz değişmeye başladı. Arazinin giriş kapısına kırmızı bir kurdele asılmıştı. Eve doğru yaklaştığımızda, narçiçeği rengi ojeleri, blucini, spor ayakkabıları ile bizi genç bir hanım karşıladı… Bodrum'daki bir başka üzüm bağı sahibi Rıdvan Dursun ve eşi de oradaydı. Daha sonra dergimizin yayın grubundan Mehmet Vuran da babasıyla aramıza katıldı. Sonrası… Sonrasını kendisinden dinleyelim…

İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okudum, inşaat mühendisiyim. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk çevre mühendislerinden biriyim. Okulu bitirdikten sonra İstanbul'da devlet memurluğu yaptım. Boğaz'daki ahşap evlerin, yalıların restorasyon işi gibi, mesleğimin de en estetik haliyle uğraştım. Kendimi bildim bileli doğayla ilgilenmişimdir. Restorasyon çalışmalarım sırasında bulduğum, nesilleri yok olmuş ağaçlara rastladığımda, mutlaka onlardan çelik alır ve bahçeme dikerek yetiştirmeye çalışırdım. Kızım ve daha sonra da oğlum eğitimleri için Amerika'ya gidince, ben de altı ay Türkiye'de, altı ay Amerika'da yaşamaya başladım. 1990 - 2000 yılları iki ülke arasında mekik dokuyarak geçti. Ve tahmin edeceğiniz gibi devlet memurluğundan ayrıldım.

2000 yılında çocuklarımızın eğitimleri bitti ve yurda geri döndük. Ama artık ben işsiz biriydim. Bir süre sonra sıkılmaya başladım. Bu sıralarda, 2002 yılında kızım bana, Şarap Dostları Derneği tarafından düzenlenen bir şarap kursu hediye etti. Ne yapayım ki ben bu kursta diye düşünürken fark ettim ki, evimde davetler vermeyi çok seviyorum, ancak iş şarap seçmeye gelince takılıyorum… Neden olmasın diyerek başladım, diplomamı aldım ve gördüğünüz gibi şimdi kendi bağlarım var…

İlk bağım İstanbul Yeniköy'deki evimin bahçesindeydi. 100 kg kadar şarap ürettim orada. Zaman içinde bu iş bana keyif vermeye başladı. İşin keyfini aldıkça da öğrenme tutkum alevlendi. Tekirdağ tarafında, butik üretim yapan Umur Bey Şarapları'nın sahibi arkadaşımdır. Umur Bey, ayçiçeği tarlalarını üzüm bağlarına çevirerek şarap üretmeye başlamıştı. Benim de bahçemde yetiştirdiğim ilk üzümler Tekirdağ üzümleri oldu doğal olarak. Yine bu yıllarda bir televizyon kanalı benimle bir röportaj yaptı; evinin bahçesinde şarap üretiyor diye… Böyle böyle şu anda 1200 üyesi bulunan Evde Şarap grubunun üyesi oldum… Bazen kendi kendime; şarabın rüzgarına mı kapıldım diyorum…

Bağcılıktan aldığım zevk artmaya, üretimim dostlar arasında beğenilmeye başlayınca bu zevkin iş haline gelmesi ve bahçeden araziye geçmem gerektiğini düşünmeye başlamıştım… Tekirdağ'dan Antalya'ya kadar olan bölgeyi adım adım dolaşarak burayı buldum. Aslında aklımda Bodrum yoktu, ama araziye geldiğimde aldığım rüzgar beni buraya doğru itti. Bir yanım Mandalya Körfezi, bir yanım Gökova Körfezi. Sabahları iki saat ve akşamüstleri iki saat rüzgar alır burası. Ama bir yandan da çöl gibi bembeyaz bir arazi. Toprak kireçli… Toprağın kireçli olmasının da avantajı var. Kireçli toprakta zararlı böcekler daha az oluyor, bağı koruyor.

Benim bir sakız ağacı merakım vardır… Girişte ki sakız ağacını da görünce tamam burası dedim… Ama… Arazi 64 varisli, üzerinde birden fazla dava var… Epeyce uğraştan sonra iş sonuçlandı.

Tarihte bu yörenin üzüm bağlarıyla kaplı olduğunu, Fesleğen Yaylası'ndan İstanbul'a, Çökertme'den Roma İmparatorluğuna şarap gönderildiğini biliyoruz.

Bu arazide, aslında Balkan çıkışlı olduğu bilinen, ama zaman içinde buralarda üretilmez olan ve hatta Florida'nın şarap markası haline gelen Zinfandel üzümlerini üretiyoruz. Bu üzümlerden yapılan şaraplar 10-15 yıl yıllanabiliyor. Eskiden sadece beyazı yapılırmış… Üzüm kalitesi olarak Fransız Bordeaux şaraplarından çok daha iyi bir cins. Türkiye'de Zinfandel üzümleriyle üretim yapan bağ yok… Bir yandan bağcılık keyfini yaşarken bir yandan da Zinfandel üzümlerini Bodrum markası yapmak amacındayım… Bağı damla sulama ile suluyoruz. Temmuz ayı gibi de sulamayı keseceğiz. Suyu fazla bağın üzümünden yapılan şaraplarda şeker oranı yükselir. Bu da bizim istemediğimiz bir şeydir.

Bir bağdan iyi ürün alınması için beş yıl geçmesi gerekiyor. Bu bağlar henüz çok genç, 2 yaşında… Elde ettiğimiz ürünlerden kendimiz ve dostlarımız için deneme amaçlı üretim yapıyorum…

Atalarımızın yaptığı tarımı yapıyorum burada… Atım, karasabanım ve ineğim var… İnek gübresiyle fi otundan gübre yapıyorum… Her şey son derece doğal, olması gerektiği gibi.

Görmüşsünüzdür, her fidan sırasının önünde bir gül dikili… Güller o kadar hassastırlar ki, önce onlar hastalanırlar, böylelikle bağ zarar görmeden önleminizi alabilirsiniz… Güller hastalıkların habercisi olarak bağı korurlar…

Fark etmişsinizdir; arazinin alt kısmında son derece bilinçli dikilmiş, 500 kadar zeytin ağacı var… Arazinin sahibi Osman Karaova dikmiş bu ağaçları. Doğal olarak buraya yerleştikten sonra ilk ürünüm zeytinyağı idi… Çünkü geldiğimde zeytinler vardı. Her gün topladığımız zeytini akşamüstleri köydeki zeytinyağı atölyesine götürüp, sıktırdım… Hiç bekletmedim zeytinleri… Bir de markam var; SELYA. Elya zeytin, selva da bal demek… Aslında SELVA yapmak istemiştim ama isim daha önce tescillenmiş… Arazinin üst kısmına 1500 tane daha zeytin ağacı dikeceğim.

40 ağaçlık bir de mandalina bahçem var… Bodrum mandalinasının bir benzerini, ki lezzeti gerçekten çok yakın, Kaliforniya'da yemiştim… Bahçemin mandalinalarından da Osmanlı sarayından alınan, yok olmuş bir tarifle mandalina reçeli yapıyorum…

Güneş alçalmaya başladığında hafif bir rüzgar başlamıştı Mandalya'dan Gökova'ya doğru. Bizim de dönme vaktimiz gelmişti. Ev sahibimizin hediyesi zeytinyağı ve mandalina reçellerimizle arabamıza bindiğimizde, belki de şarap dostları Selva Hanım'ın ürettiği şarapların tadımına başlamışlardı bile… Kim bilir?
Ve bitirirken; şarap deyince Ömer Hayyam,
Ömer Hayyam deyince şarap…
Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!

Röportajı gerçekleştiren : Ayşe Özer

https://www.bodto.org.tr/ sitesinden 28.03.2024 tarihinde yazdırılmıştır.