Röportaj
Bodrum Markası Bir Bakkal Bekir Çilek…
Bodrum Ticaret Odasının kurucularından, 77 yaşında olmasına karşı her sabah bir Bodrum markası olan dükkanını açan güler yüzlü “Bodrum Esnafı” Bekir Çilek…
19.07.2012 11:06

Bekir Çilek denildiğinde akla bakkallık, esnaflık ve Bodrum akla gelir. Bodrumlular tanır ama sonrada Bodrum'a gelenler de Bekir Çilek'i tanır sever, dükkanından güvenerek alışveriş yaparlar.

Bodrum'un en yakın köylerinden birisi Kızılağaç. Bekir Çilek 1936 yılında orada dünyaya gelmiş. Rençberlik çapan babanın beş çocuğundan ikincisi. O günlerin eğitim durumunu “10 yaşında okul açıldı ve ben 15 yaşında okulumu bitirdim” diyerek anlatıyor. Demek o günlerin Bodrum'unda çocuklar ancak 10 yaşlarında okula başlayabiliyorlarmış. Bekir Çilek ilkokulu bitirir bitirmez öğretmen okulu imtihanlarına girmiş, lakin kazanamamış. Sonra orta okula yazılmak istedim ama boyu uzun diye Turgut Karabağlı Ortaokuluna almamışlar.

“Yerimiz dar” demişler.

Daha sonra Merzifon Hava Astsubay Okuluna yazılmış. Oda olmamış, yaşı 4 ay büyük olduğundan.

“Okul yönünden bir şanssızlığım vardı. Neticede gün geldi, askere gittim. Asker sonrasında gözüm ticarette. Bodrum'a geldim. Meydanda bakkalık, manavlık her bişeyi satan, ninemden taraf aile dostu Rahmetli Ahmet Erbil'in yanına girdim. Perşembeden geliyorum yanına, Cuma'yı bitiriyoruz ve dönüyorum yine köye.”

O GÜNLERİN BODRUM'U SADECE CUMA GÜNLERİ HAREKETLİ…
O günlerin Bodrum'unu gözlerinizin önüne getirdiğinizde sadece Cuma günü, yani pazarın olduğu gün hareket var. Diğer günler in yok cin yok neredeyse. Bodrum boş, hareketsiz.

“Böyle haftanın bir günü gelip giderken, köyde hiç gözüm kalmadı. Gözüm şehirde. Ticarete alıştım. Pazarda kumanya hazırlardım onları satardım. Köylere gider çerez şeker satardım. Rakı satardım. Böylelikle ticaretin tadını da aldım. Rahmetli bana çok güverdi, bende çok güvenirdim ona. Onların evinde kaldım. Annem, babam gibiydiler. Onların bir oğlu vardı Fuat Erbil, biz onunla beraber büyüdük.”

Ahmet Erbili'in dükkanında ne ararsan bulunurmuş. O günlerin en büyüğü belkide. Şimdikiler gibi olmasa da, baraka market. Kış geldiğinde yağmur damlarmış tavanından, duvarlarından. Toplama hurda tenekeler ile yapılmış üç baraka, şimdinin süper marketiymiş Bodrum'un. Şimdi askerlik şubesinin hemen alt tarafında heykellerin olduğu bölümdeymiş o barakalar.

“Yazları karpuz satardık. O nedenle barakada kalırdım. Karpuzun başında. Böyle bir mücadele içindeydik o günlerde. Hayatımızı böyle kazanmaya başladık. On sene beraber çalıştık, sonra beni evlendirmek istediler. Birde ev alıverdi bana.” Bekir Çilek biraz daha mücadele edeyim diyerek azıcık ayak diremiş evlenmemek için ama “Yok biz istedik bile kızı” demişler.
Kimmiş bu hanım?

Halasının kızı. Onlar ailecek anlaşmışlar işi tamam etmişler. “Sana laf düşmez biz kararımız verdik” demişler. Sesi çıkmamış tabi Bekir amcanın.
“Bir sene nişanlı kaldık. Sonra düğün yapıyoruz dediler. Yaptılar. Evlendik. İki çocuğum oldu. Biri kız biri erkek. Kızım 30 yaşında, oğlumu da 45 yaşında kaybettim.” İşte sözün bittiği yer burasıydı. Hüseyin Çilek Bekir amcanın bir tanesi, genç yaşında kaybetti. Acısı yüreğinde yumruk olmuş. Gözleri doldu, aradan birkaç yıl geçmesine rağmen gözleri dolu dolu, sözleri düğüm düğüm oldu boğazına. “Hüseyin Çilek'te iyi yetişmiş bir esnaftı” diyecek olduk, konuyu değiştirip “Ticaret çok iyi bir iştir güzel bir meslektir” diyerek çıktık o acılı konudan.

“Ticaretin başarısı dürüstlüktür. Dürüstlük esas kardır bilene. Hiçbir zaman dürüstlüğümüzden taviz vermedik. Tam on sene Ahmet Erbil ile çalıştık. Cebime 5 kuruş para koyduğumu bilmem. Toparladığımı ona teslim ederdim. Oda bana o kadar güvenirdi işte.”

ALİ ZİYLAN FAKİR FUKARAYA VERESİYE VERİRDİ, ARKASINI ARAMAZDI…
O günlerin Bodrum bakkalları kimler anımsıyor musunuz? dediğimizde “Hepsini bir bir sayabilirim. Ali Ziylan, iskeledeydi. En eskisi de odur. Ne kadar fakir varsa veresiye verirdi. Veresiyeyi o alıştırdı Bodrum'a. Öyle bir adamdı o, ödeyen öder, ödemeyen ödemezdi istemezdi zaten. Ali Karaban, Süleyman Soysal, İsmail Taylan, Süleyman Uysallar işte bu kadardık işte. Haftada bir gün Pazar olur köylü gelir alış veriş ederdi. Yaz mevsiminde bir grup Bitez'e göçer, bir grupta tütün kesmeye Garaova'ya (Mumcular) gider. Bodrum'da kimseler kalmazdı.”

O GÜNLER GÜZEL PARA , BEREKETLİ PARA GİRERDİ BODRUM'A…
Bodrum'un o günleri ile şimdiki halini karşılaştırmaya çalışıyoruz gözümüzde. İnanılır gibi değil. Bodrumlular Garaova'ya (Mumcular) çalışmaya, tütün kesmeye gittiği dönemler. Ya şimdi her şey tersine işliyor, Mumcular çalışmaya Bodrum'a geliyor artık.

“Garaova'da tütün çok iyi olurdu. Çok verimliydi. Kızılağaç'ta incir vardı. Bodrumlular oraya giderdi çalışmaya. Burada Topanoğullar'ı incir, mandalina gibi ürünleri toplarlar Karadenize kadar gönderirlerdi. Genç kızlar incir paketlerdi, arpa çuvallarlardı Kızılağaç'ta. Vapur gelirdi, düdük çalardı Karaada burnunda. Hamallar doldururlar teknelere, taşırlardı. Üç saat beş saat taşır dururlardı vapura. Sonra İstanbul, Karadeniz'e kadar giderdi buradan aldıkları gıda maddeleri.”

O günlerin Bodrum'unu hasretle anıyor Bekir Çilek. Güzel para girdiğini de ekliyor. Bodrum'un ekonomisinin bereketli olduğunu da.

İSTANBUL TÜCCARI BODRUM ESNAFINA ÇOK GÜVENİRDİ…
“Mandalincilik meşhur oldu. Rahmetli Mehmet Karakaya bir fabrika kurdu. Herkesin malını değerlendirdi. İstanbul'da ki kabzımallar yazdan para gönderirlerdi. Peşin yani. Gelecek dönemin ürününün parasını 3-5 ay önceden gönderirler. Mandalina olunca da kazalar gönderirlerdi. Böyle bir güzel günler vardı.” Burada ifade etmek istediği, vurguladığı iki nokta var Bekir amcanın birisi İstanbullu tüccarların Bodrumlulara ne kadar çok güvendiği, ikincisi ise kazanılan paranın ne kadar bereketli olduğu. Bu gün ile karşılaştırdığınızda Bodrum'a giren o günlerdeki paranın yüzlerce katı olmasına karşın nedense herkes kazanamadığından şikayet ediyor, değil mi? Yaman bir çelişki doğrusu.

ÇOK PARA GİRİYOR AMA ESKİ BEREKETİ KALMADI…
Bekir amca Bodrum ekonomik yapısı ile ilgili tespitlerini anlatmaya devam ediyor. “Bodrum hayvancılıkla geçinirdi o günlerde. Sığır yetiştirilirdi. Dağlarda kışlalar vardı, bütün. 50-60 hayvan yetiştirirlerdi. Buradan Söke'ye kadar yayan götürürlerdi. Söke'de tirene yüklerlerdi. Oradan İstanbul'a giderdi. Birde tekneler gelirdi, onlara yüklenirdi hayvanlar. Öyle bir para girerdi ki Bodrum'a. O giren paralar, ihya ederdi her bir kişiyi.”
“Ne zaman ki turizm geldi” diye başladığı sözleri azıcık dertli gibiydi sanki. “Herkes ilk önceleri ev turizmi ile başladı.” Diyerek devam ederken turizm ve Bodrum kültürünü çok iyi anlatan ve başından geçen bir olay ile özetleyiverdi; “Bir gün biri geldi. Kalacak yer bulamamış. Dedim ki misafir alırım, ama asla para almam dedim. Neyse olurdu olmazdı derken kabul ettiler. Bende götürdüm evime. İkide çocuğu var. Yemek dedim. Yok dediler biz çarşıda yeriz, dediler. Ben yataklarını hazırladım. Sonraki gün gittiler. Hanım yatakları toparlıyor, bir bakmış yastığın altına para bırakmışlar. Bak böyle insanlar gelirdi Bodrum'a. Turist dediğimiz insanlar böyleydi, bizde öyleydik.”

İnanılmaz bir anlayış. Turist olarak gelenler ve onları misafir olarak gören ve konuk eden Bodrumlular. Tertemiz, iki tarafında mutlu olduğu özel, çok özel bir ticaret, ama gönülden yapılan bir ticaret. Mütevazi, hoşgörülü Türk gelenekleri ve kültürünün, misafirperverliğinin tablosu.

“Turizm evlerde yapılmaya başlanınca, daha çok para girmeye başladı Bodrum'a. Derken turizm ile birlikte Bodrum'da büyüdü, büyüdü. Ne oldu? Mafya Bodrum oldu. Şuanda Bodrum kimin elinde belli değil. Bundan 7-8 yıl önce Ahmet Buldanlı gelmiş Bodrum'a. Eski milletvekillerinden. Gelmiş Bodrumlu görememiş. Geldi benim yanıma ben dedi üç dönem milletvekili seçildim. Bodrum'a geliyorum kimse kalmamış. Nerede bu Bodrumlular? dedi. Boynuma sarıldı. Ne diyeyim dağıldık gittik. Kenara çekildik izliyoruz işte. Kimi yerlerini sattı, kimi kiraya verdi. Bodrumlu arkaya geçti izliyor şimdi.” Yüzü gerildi bunları anlatırken Bekir amcanın, hayatın mücadelesi ile oluşmuş yüzündeki çizgiler daha bir belirginleşti, sertleşti sanki yüzündeki o çizgiler. Bodrum'un eskileri ile konuşurken, turizmden bahis açıldığında ise bu sert çizgileri, gergin yüzü hep yakalıyoruz.
Neden acaba?

SANDALYEYİ KAPIYA KOYUP EVE GİDERDİK DÜKKANLAR KİLİTLENMEZDİ…
Devam ediyor Bekir amca, sesi sıkıntılı anlatıyor; “Bodrum Bodrum olmaktan çıktı artık. Bir zamanlar öğlenleri dinlenmeye giderdik, yemek yemeğe evlere. Dükkanlarımız asla kapanmazdı, kapatılmazdı. Ayıptı zaten kapatmak, kilitlemek. Cuma namazına gideceğiz mesela, sandalyeyi kapıya koyar giderdik. Mallar filan dükkanın önünde açıkta dururdu. Hiçbir şeycikler de olmazdı. Kalabalık günlerde bile bir şey olmazdı. O dönemlerde beş kuruş bile kazansak, o para bitmezdi. Bereketli kazançtı o günler. Öyle güzel bir Bodrum'da yaşadık ki mutlu olduk. Şimdi mutluluk filan kalmadı. Artık aşırı turizm geldi, normal turizm değil. Kimin ne olduğu, ne yaptığı belirsiz. Kimse kimseyi tanımıyor artık.”

Bodrum'u kaybettik derken Bekir amcanın gözleri yine dolu dolu oluyor. Yüzündeki ekşimeyi ve çizgilerindeki sertliği yine fark ediyoruz. “Kimse kalmadı artık, çoğu da vefat etti arkadaşlarımızın.” Cenazelerde buluşuyor eski Bodrumlular, Bodrum'u Bodrum yapan o güzel insanlar cenazelerde hep bir eksik buluşuyorlar. Eksilen her bir Bodrumlu, Bodrum'dan da bir parça alıp yanında götürüyor sanki. Bekir amcanın yüzünde o kaygı okunuyor. Gülümsemeye çalışıyor ama çizgileri hep ele veriyor, o eksilenlerin arkasından dalgın bakıyor. “Mezarlıklara gittiğimde, o mezar taşlarındaki isimleri okuyorum. Her halde burada mutlu yaşıyorlardır, hepsi bir aradalar.”
Geri kalanlarında kabuklarına çekildiğini, çoluk çocuklarının ise ya sattıklarını, yada kiraya verdiklerini özellikle vurguluyor. Bir şeyler söylemek istercesine, bir mesaj verircesine üzerine basa basa diyor bunu.

ADIM BU CADDEDEN SİLİNMESİN YETER…
Biricik evladı Hüseyin Çilek'in vefatı ile bir şeyler kopmuş içinden. Lakin torununu alıştırmaya çalışıyor, ticarete, Bodrum'a sahip çıkmaya. Bodrum ekonomisinde yine Bodrumlular olsun istediğini, sadece istemekle kalmayıp bu yaşında torununa Bodrum esnaflığı mirasını bırakmaya çalışıyor. “Hiç olmaz ise bu isim buradan kalkmasın. Benim ismimi diyorum buradan, bu caddeden sildirme. Bu bana yeter. Benim Bodrumlu dostlarım yeter. Alışverişimizden hiç şikayetimiz yok bizim.”

Konu dönüp dolaşıp Bodrum'a gelen ve sayıları gün geçtikçe artan büyük marketlere geliyor. “Büyük mağazalar geliyor. Bir sürü de oldular. Ama bizim hiçbir sıkıntımız yok çok şükür.” Diyor. Bunun nedenini yine dürüst esnaflığa, o Bodrum esnaflığının ahlakına bağlıyor. “Biz hep dürüst çalıştık. Gramı gramına çalıştık çalışacağız. Diyorum ki bir kuruşu bile ver, bir kuruş alacağın varsa da al. Bunu anlatıyorum. Biz böyle yetiştik ve kazandık. Bu sürerse benden sonrakilerde kazanır. Bunu yapan herkes kazanır zaten. Bizde yaz kış fiyatlarımız hep aynıdır. Aslında biz büyük marketlerden daha ucuza satıyoruz. Onlar bir iki mala indirim yapıp çekiyorlar. Yada KDV'siz fiyat yazıyorlar müşteri fark etmiyor bile. Yaz kış farklı uygulayanlar aslında kaybettiklerinin farkında bile olmuyorlar. Su mesela, kimi 75 kuruştan satıyor, kimi bir liradan. Ben kaç senedir 50 kuruştan satıyorum. Yeterli karım var. İyi kar yani. Biz prensip edindik bu iş böyle yapılmalı.” Müşterilerin itimadının olduğunu öyle gururlanarak söylüyor ki koltukları kabarıyor haklı olarak. Müşterilerin Bekir Çilek'e gelirken şüphesiz gelmesi onun işinin sırrı olduğunu hemen fark ediyoruz. O işin sırrını torunlarına bırakmak için, sadece torunlarına da değil Bodrum'da iş yapan her esnaf ile paylaşmak istiyor. “Esnaflığın, ticaretin sırrı dürüstlük ve kanaatkarlıktır” diyerek özetleyiveriyor. İşin diğer bir sırrının da her zaman en iyi malı satmak olduğunu da ekliyor. “Zeytinyağı için bana gelirler, kuru fasulye içinde, nohut içinde bana gelirler. Çünkü en iyisi bizdedir. Biz en iyisini satarız. Ucuz diye aldıkları malların fiyatları ile neredeyse aynıdır üstelik.”

Bekir Çilek işyeri açan bir çok kişiye de destek vermiş vermeye de devam ediyor. Aklını, işin sırrını paylaşıyor hiçbir şey olmasa. Ama dediklerini dinlemeyip fırsatçılık yapanlarında olduğunu söylemeden edemiyor Bekir Amca ve ekliyor; “Fırsatçılık her zaman yıkıcıdır ve yıkılır, uzun sürmez, alır götürür” diyor.

Bodrum'un geçmişten buyana ekonomik değişimini öyle bir özetliyor ki değme ekonomi profesörleri bu tespiti yapamazlar “Baba çalışır, evlatlar babanın kazandıklarını yer, torunlar ise kazanılanları satar da yer.” Bu tanımlama Bodrum ekonomik yaşamını anlatmıyor mu?

BODRUM'DA İLK İNŞAAT MALZEMESİNİ DE BEKİR ÇİLEK SATMIŞ…
Yılların yıkamadığı Bekir Çilek bir Bodrum markası. Cevat Şakir caddesindeki mütevazi bakkal dükkanında hala çalışan bir Bodrumlu. Bodrum'un ilk inşaat malzemesini de satan o olmuş. “20 sene boyunca hiç kimsenin yapmadığı bu işi ilk defa ben yaptım. Ali Dinç'in dükkanları bende kiradaydı. Önce piriket imalatı yaptım, çektirme ile kum çektim denizden. İlerlemek için Söke'den çimento bayiliği aldım. Aydın bölgesinde ne kadar tuğla fabrikası varsa onlarla anlaşma yaptım. Kamyonların biri gelir biri giderdi. Günde 36 kamyon kum sattığım oldu. Sen buraya, sen şuraya hepsini dağıtırdım sonra dönüşte de gelir parasını alır giderdi. Bir kişinin bile parası kalmazdı. Senet çek yoktu o günlerde, söz yeterdi. Bir kuruşta benim alacağım kalmamıştır. Otel Sami'nin malzemelerinin hepsini ben verdim.”
Bodrum ticaretinde bir değişim var. Kalabalığın artması sonucu birbirini tanıyanların azalması sonucu yerli de arada kaynayıp gidiyor. Güven kalmamış durumda. Bununla ilgili bu uzaklaşılma ve kalabalığın içinde Bodrumluların kayboluşuna ilginç tespitler yaparak ve kendinden örnek vererek yanıt veriyor Bekir Çilek. “Ben kredi kartı hiç kullanmadım. Bir sürü banka gelip vermek istiyor, ama kabul etmiyorum. Benim tanıdığım itimat ettiğim insanlar kredi kartı ile ödemek istediklerini söylüyorlar. Yok kardeşim ne alacaksan al götür, ne zaman vereceksin? Şu zaman, tamam. Zaten gelir verir o söylediği zamanda. Veremez ise gelir az daha zaman alır, sonra yine verir.”

BODRUM TİCARET ODASININ 2 NOLU ÜYESİ, 1 NO CEMAL USLU…
Bekir Çilek aynı zamanda bu gün Türkiye'nin sayılı Ticaret Odaları arasında yer alan Bodrum Ticaret Odasının da kurucularından. “1977'de Milas'tan buraya getirdik Ticaret Odasını. Mayıs ayıydı. Benim dükkanın üzerinde tek göz odada, bir masa bir sandalye ile açtık. Celal Atalay başkanlığında, rahmetli Ali Karabak, Ahmet Aykol ile 10 sene götürdük orada. Mustafa Karaöz de  aymanımızdı.Ben iki numarayım, Cemal Uslu'da bir numaradır. 10 sene sonra bir bildiri geldi. 10 seneden sonra yönetim devam edemez diye. Baraz otelde bir toplantı yaptık. Sonra başarı plaketlerimiz verdiler. Ondan sonra devrettik arkadaşlarımıza. Hep destekledik, destekledik. Şimdi bu hale geldi çok şükür.”

Sonrasında ticaret odasının kurulduğu o tek göz odaya Türk Hava Kurumu gelmiş, yine Bekir amca tek kuruş kira almadan o kuruma da hizmet vermiş. Kurum ile ilgili bir çok sorun varmış. Celal Atalay başkanlıkta zorlanınca Bekir amca başkanlığı devralmış, kurumu öyle bir yere getirmişler ki kurum Türkiye çapında gelir bakımında 18.sıraya yükselmiş.

GENÇLER İŞLERİNİN BAŞINA DÖNSÜN, ÇOK ÇALIŞSINLAR. YOKSA BODRUM YOK OLACAK…
Sonuna geldiğimiz sohbetimizde Bekir Çilek Bodrum'un bu gününe ve yarınına yönelik tespitlerini sıralıyor. “Her sene ticaret düşüyor. Denizcilerden, bakkallara kadar, lokantacılara kadar her biri sıkıntı içinde. Büyük mağazalar Bodrum'u işgal ettikçe küçük esnaf yok oluyor. Bunları topladığı para nereye gidiyor? Dış devletlere. Bodrum'daki para artık Bodrum'a kalmıyor. Demirciler, marangozlar bir bir kapatıyorlar dükkanlarını. Artık hiç kimse birbirini tanımıyor. Kalabalıklaştıkça üçkağıtçılarda artıyor, güven yok oluyor. Sıkıntı büyük. Tek çare Bodrumlu gençler babalarının, atalarının işlerine sahip çıksınlar, çalışsınlar, çok çalışsınlar. Öle kiraya verip yan gelip yatmasınlar. Az, çok kazanıyorum demesinler. Dürüst çalıştıktan sonra, Bodrum'un sezonu onları doyurur. Adam gelmiş Bodrum'a tekne almış. Teknecilikten kaptanlıktan haberi yok. Onlara bırakmasınlar bu işleri. Böyle giderse Bodrum arapsaçına döner. Bu sene çoğu kişi kirasını da ödeyemez, vergisini de ödeyemez. ”
Bekir Çilek bir atasözü ile sözünü şimdilik tamamlıyor; “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”